Translate

25 Mayıs 2014 Pazar

PASİFİC - İZMİR / ERMENİ VE RUM YALANLARI



200 milyon dolarlık dizide Türkiye"ye ağır itham!




ABD"de HBO kanalındaki Spielberg ve Tom Hanks ortak yapımı "The Pacific" isimli dizide, 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunun Pasifik cephesinde görevli Amerikan askerlerinin hikayesi konu ediliyor. 14 Mart"ta Amerika"da yayınlanmaya başlayan 200 milyon dolarlık rekor bütçeye sahip dizinin geçtiğimiz pazar günü yayınlanan 3. bölümünde ise 1922 yılında İzmir"in 3 yıl süren Yunan işgalinden kurtuluşu sırasında Türklerle ilgili asılsız suçlamalar yer alıyor.

Dizide Japon askerlerine karşı Pasifik"in Guadal Canal bölgesinde savaşan Amerikan deniz piyadeleri, 1943 yılında çatışmaların ardından gemilerle Avustralya"nın Melbourne kentine getiriliyor. Dizinin ana karakterlerinden olan Bob isimli Amerikalı asker burada tanıştığı Yunan asıllı bir kızın ailesinin evine gidiyor. Ailesiyle yemekte sohbet eden Amerikalı asker, kızın ailesine Yunanistan"dan Avustralya"ya neden geldiklerini soruyor. Kızın annesi İzmir"den geldiklerini söyleyince Amerikalı asker Bob, İzmir"in Türkler tarafından alındığını söylüyor. 

Bu diyaloğun ardından Yunanlı anne Kurtuluş Savaşı"nda İzmir"in Türk ordusu tarafından kurtarılması hakkında çirkin ithamlarda bulunuyor. Dizide İzmir"in Türkler tarafından yakıp yıkıldığı iddia edilen sahnede Yunanlı anne, "Türkler 1922"de girip yakıp yıktılar. Her şey gitti. Hayatta kaldıysan annem ve benim gibi kaçardın. Ama biz rıhtıma kadar gidebildik. Sonra bir gemiye yüzdük. Kaptan bizi gemisine aldı ve Pire"ye kadar götürdü. Hayatlarımızı kurtardı. Ama evimiz gitmişti. Ne yapacaktık? Buraya geldik" şeklinde konuşuyor.

Dizide Türk askerinin Yunan işgalinde bulunan İzmir"i kurtarmasının çarpık bir dille anlatılması dizinin yayınlandığı internet sitelerinde de Türk izleyicilerin tepkilerine yol açtı. İzleyicilerinden bazıları tepkilerini dizi sitelerinde yazdıkları yorumlarla dile getirirken, dizinin yayınlandığı televizyon kanalına da Türk izleyicilerden tepki yorumları gönderildi. 

egedesonsoz
 (ben de tepki maili atmıştım-SB.)



İZMİRİ ERMENİLER YAKMIŞTIR

İzmir"i yakanların Ermeniler olduğunu gösteren belgeler 1989 yılına kadar Amerikan senatosunda gizli tutulmuştur. İşte belgeler ve şahitler: 


1-) İzmir İtfaiyesini organize etmek üzere gelmiş olan Grescovtch"in 12/13 Eylül"de çıkan ve 3 gün süren yangının görgü ve yangın söndürmekle görevli şahidi anlatıyor:

Yangından önce örgütlü bir grup Ermeni genci, şehir Türklerin eline geçerse yakmaya ant içmişlerdi"¦ Bu plân acımasızca uygulandı.
Yangının ilk gün ve ikinci gecesinde 25 kadar yangının eş zamanda çeşitli yerlerden parladığını gördük.

Ermeni okul ve kiliselerine girdiğimde benzin tenekeleri ve hazırlanmış kundaklar bulduk, Kadın kılığına girmiş ve yangın çıkartmakta olan çok sayıda Ermeni yakalandı ve birçoğu hemen kurşuna dizildi.

Ermeni hastanesinin Türkler tarafından yakıldığı büyük yalandır. Ben, askerlerin yaralıları disiplinli bir şekilde Ermeni hastanesine yerleştirildiklerini gördüm.

2-) 8 Eylül 1922"de bir Amerikan destroyeri ile İzmir, yakın doğu yardım komitesi üyesi olarak gelen Mark. O. Prentiss, Amiral Bristol"a 11 Ocak 1923"te gönderdiği mektupta İzmir"i Yunalıların yaktığını açıklar,

3-) Görgü şahidi, "near east relief of America" gazetesinin iki muhabiri A.Tallen ve Miss Fl.Billing:
Yunanlıların 1919 -1922 işgâllerinde ve kaçarken çeşitli şehirlerde yaptıkları toplu öldürme, ırza geçme, yangın, yağmalamalarla ilgili olarak İstanbul"a gönderdikleri raporlar.

8-16 tarihleri arasında İzmir"de olayları bizzat yaşamış olan Amiral Bristol"un Kurmay Başkanı Yüzbaşı A.J Hepburn, 25 Eylül 1922"de 47 sahife halinde hazırladığı raporu bizzat Amiral Bristol"e kendisi vermiştir.

O zamanın Amerikan konsolos yardımcısı Maynard Barnes tarafından İzmir"i Ermenilerin yaktığını bildirir raporu.
Bu belgeleri Amerikalı araştırmacı Heath W. Lovry ortaya çıkarmıştır. (U.S.N.A.)


Dumlupınar"dan savaşarak gelen yorgun ve içinde yaralı askerlerin bulunduğu ordunun, şehrin yiyecek depolarına ve hastanelerine ihtiyaçları vardır. Bu durumdaki ordu yalnız bu gereksinimleri için şehri olduğu gibi ele geçirmek ister. Şehrin Türk ordusu tarafından yakıldığını söylemek iftira üstü, inanılamayacak derecede bir alçaklıktır.

Büyük Britanya"nın, o zamanki deyimle Türklerin bir numaralı "hunhar" düşmanı Lloyd CORC hemen bir sirkülerle aşağıdaki yasakları koymuştur:


Ermenilerin hazırlıklı ve plânlı bir şekilde İzmir"i yaktıklarını, Amerikalı gazetecilerin, Yunanlılar kaçarken işledikleri cinayetleri, İzmir"de şehirde, Yunan/ Ermeni işbirliği sonucu yaptıkları katliam, ırza geçme, yıkım ve yağmalarını içeren, Amiral Bristol"ün raporunun yayımlanması yasaktır.(Foreign Office 371 /3404 /16247 - Kamûran Gürün, Le Dossier Arménien TTK, 1983 Ankara // Clair Price,The Rebird Of Turkey N.York1923.s. 189)) 


Bu rapor, yalnız başına İzmir"in Ermeniler tarından yakılıp işlenen cinayetleri kat"i ve bilimsel bir şekilde açıklayan, tarihsel değerde bir belgedir ve suçluları Britanya hükümetinin başbakanının imzasıyla açığa çıkarmaktadır..

Haluk Tarcan 31 Mart 2010 


Bir yorum.
Sayın Tarcan
Bu yalanın cevabı ve belgeleri Türkçe Kitabımın (Soykırım Tacirleri) s.380-381 de ve İngilizce kitabın "The Genocide of Truth" (İnternetten herkes erişebilir "“ Turkish Armenians) 629 - 630 sayfalarında tamamen en muhkem yabancı kaynaklarla verilmiştir. 

Okuyanı yoksa ve havaya konuşuluyorsa ben ne yapayım... 
Şükrü Server Aya 

"Genocide Of Truth" by Sukru Server Aya, Based On Neutral or Anti-Turkish Sources




kitaptan:
"The view of Turk's in Barton's message to Harding and Hughes was inappropriate, as remarked by Pres.MacLahlan of International College. The Turks did not massacre Greeks, as Greeks had done to Turks in May 1919. Turkish army protected Int.College during the disruption of the occupation;a Turkish cavalryman rescued MacLahlan from ireegulars who nearly beat the missionary to death.

Mr.L.R.Whittall, banister-at-law, who has been in Smyrna for some years said that there was no evidence as to who set fire to the town, but it was the consesus of opinion was that it was Greek and Armenian incendaries.


Mr.H.Lamb,the British Consul General at İzmir reported that 'he had reason to believe that Greeks in concert with Armenians had burned Smyrna'. This was confirmed by the Sept.22nd, dispatch of correspondent of the Petit Parisien.


Admiral Mark L.Bristol in US Library of Congress,Naval Records Coll.Group,45.Letter dated Jan.11.1923, signed by Mark O.Prentiss:attaching a long report on İzmir Fire,confirming that the fire was started by Armenians and Greeks using Turkish soldier uniforms ! The Bridgeport Telegram ,Jan22,1923:Prentiss Blames Armenians for firing City of Smyrna.




"Fransız Kaynaklarının Işığında 1922 İzmir Yangını" :
Oktay Gökdemir 


"13 Eylül 1922"de başlayan İzmir Büyük Yangını tarihin en spekülatif olaylarından birisidir. Büyük Yangın, sadece tarihi bir olay değil aynı zamanda Türkiye"ye karşı yürütülen bir politik kampanyadır. Yangından kimin ya da kimlerin sorumlu olduğu konusunda çeşitli iddialar olsa da Fransız arşiv belgeleri bize açıkça İzmir"de yaşayan Türklerin kendi şehirlerini yakmadıklarını gösteriyor. 

Konu üzerinde gerek Fransız konsolosluk raporları gerekse diğer birinci el kaynaklar, yangının sorumlularının Ermeniler olduğunu açıklamaktadır. İzmir Körfezi"ndeki Fransız savaş gemilerinin kumandanı Amiral Dumesnil"in raporları İzmir Yangını hakkındaki en önemli belgelerden biridir. Bu makalede, İzmir yangınına ilişkin Fransızca kaynaklar kullanılarak konuya açıklık getirilmeye çalışılmıştır." 








"İZMİR YANARKEN" 
BİRİ ,AMERİKAN PROPAGANDASI: RUMLARIN ÇEKTİĞİ ACILAR ,ABD NİN GIDA DAĞITIMI ,YANGIN VE GÖÇ.



DİĞERİ NTV'NİN YAYINLADIĞI ,
YAZILAR SANSÜRDE, YANGININ BOYUTU



YANGIN BÜYÜK VE HER İKİ TARAFTA ACI ÇEKTİ. 
SAVAŞLARA KARAR VERENLER MASA BAŞINDA İKEN, 
CEREMESİNİ ÇEKEN HEP HALK OLMUŞTUR.

TARİHİ DOĞRU ANLATMAK GEREK. 
İZMİR'İ ERMENİLER VE RUMLAR KAÇARKEN YAKMIŞTIR.
ARTIK SAVUNMAYI BIRAK, TAARRUZA GEÇ.
BİLGİ VE BELGELERLE
TÜM DÜNYAYA HAYKIR.



AMA ŞUNU DA UNUTMA !
SEN ONLARIN İŞKENCE ETTİĞİ, ÖLDÜRDÜĞÜ MAZLUMLARIN NESLİSİN,
SEN ONLARA ASLA BÖYLE DAVRANMADIN,
YİNE DAVRANMA !

SB
















TOPRAĞIN ÇOCUKLARI - KÖY ENSTİTÜLERİ







KÖY ENSTİTÜLERİ ve MEDENİYET

Köy Enstitüleri,köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla, 1940 yılında Anadolu'nun 21 ayrı bölgesinde açılmıştır.

Cumhuriyetin bu ulvi projesinin amacı; köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştikten sonra, tekrar köylerine dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulmamışları eğiterek ülkenin okuryazar düzeyini yukarı taşımasıydı. Köy Enstitüleri’nin o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydı.

Köy Enstitüleri, Başbakan İsmet İnönü döneminde, Bakan Hasan Ali Yücel ve eğitimci İsmail Hakkı Tonguç'un büyük gayretleriyle kurulabilmişti.

Toplam 17 bin mezun veren bu okullar, ne yazık ki "Gerici Güçler" ve "ABD'nin" baskısıyla 1954 yılında resmen kapatıldılar...

Köy Enstitüleri neden kapatıldı?

Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, 1926 yılında “ Toplam 4 Köy Muallim Okulunu” açtıktan sonra, Saffet Arıkan’ın 1936 da önce, Eğitmen kursu, sonra Köy Muallim Mekteplerinin ihyası, bunlardan alınan iyi sonuçlar sonrasında, 3 yıllık deneme sonunda 17 Nisan 1940 MEB Hasan Ali Yücel döneminde 3803 sayılı kanunla . “Köy Enstitüsü” açılmıştır. 1941 de, 4274 sayılı yasa ile de, köylerde çalışacak sağlık memuru ve ebelerin bu okullarda yetiştirilmelerine karar verildi.

Köy Enstitüsünün açılmasını mecbur kılan, zamanın Türkiye’sinin sosyal yapısına göz atmak gerek. 1935 verilerine göre 16 milyon nüfusumuzun 12 milyonu köylerde yaşıyor. Bu kütle, ilkel bir şekilde tarımla uğraşıyor. Köy ve toprak ağaların emrinde, onlara bağımlı şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar. 40 bin köyün 35 000 inde okul ve öğretmen yok. 1 700 000 çocuktan sadece 300 000 i okula gidebiliyordu. Bunlardan sadece binde biri bir üst kademedeki okullara devam edebiliyordu. Geri kalan çocuklar ise ailelerine yardımcı oluyor, zamanla da okuduklarını unutuyorlardı.

Yüzdeye vurduğumuzda, erkeklerin % 76.7 si, kadınların % 91.8 zi okur yazar değildi. Mevcut öğretmenlerin %78 zi kentlerde çalışıyor. % 22 si de okulu olan 4-5 bin köyde çalışmaktadır. 

Şehirlere alışkın olan öğretmenler, uyum sağlayamama nedeniyle köylere gitmeyi düşünmezlerdi. Tıpki bugünkü gibi, doğuya gitmeyi arzulamayanlar gibi.. İlkel de olsa, üretim araçları ağaların elindeydi.. Köye, çiftliğe, mezraya herhangi bir doktor , hemşire, ebe gitmezdi. Hastalar, üfürükçülerin, nuskacıların, ermişler gözü ile bakılan kişilerin eline bırakılırlardı.

Ülkenin bu durumu, Atatürk ilke ve inkilaplarına, Cumhuriyete ve halk felsefesine uymuyordu. Çare arayan zamanın MEB Saffet Arıkan ve İsmail Tonguç’un uğraş ve 3 yıllık denemeleri sonunda Köy Enstitüleri kuruldu..


PEKİ NEDEN KAPATILDI

Köy Enstitüsü yasasının kabülü sırasında, bunun uzun ömürlu olmayacağı belliydi. TBMM nde 426 kayıtlı Milletvekili vardı. Oylama gününde, başta Celal Bayar, Adnan Menderes olmak üzere, sonradan Demokrat Partiyi kurup katılacak olan 148 Milletvekili meclise gelmediler. Yasa, gelenlerin oybirliği ile, 278 oyla kabul edildi.. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de, yasayı destekliyor ve “Kitap mermi gibidir” veciz ifadesiyle taraf olduğunu belirtiyordu.

Bazı güçler yasanın çıkmasını istemiyordu. Çıktıktan sonra da aleyhine propoganda yapmaya devam ettiler. Daha çocuk yaştaki Köy Enstitüleri boy hedefi olmaya başlanmıştı. Büyük toprak ağası, Eskişehir Milletvekili Abidin Fotuoğlu, bir konuşmasında , henüz mezun dahi vermeyen Köy Enstitüler için 1943 de, “Bunlar yetiştiklerinde bizim kafamızı keserler” söylemiştir. Yetiştiler ama kafa da kesmediler.

CHP “Çiftçiyi Topraklandırma” adlı yasa taslağını TBMM ne getirdiğinde, birçok Milletvekili istifa etti. Bunlar Demokrat Partiyi kurdular. Bilindiği gibi bunların çoğu, toprak ağası, köy ağası, şeyhler, dedeler olup söz sahibiydiler.

Tabiatıyla Köy Enstitüsüne karşı olacaklardı. Yetişen gençler, babalarına benzemiyor. Ağalık ve aşiret düzenine karşı baş kaldırıyorlar. Şeyh ve şıhların eteklerini öpmüyorlar. Ağaların önünde baş eğmiyorlar. Bilime önem veriyorlar. Ağalık sistemini ve köylünün fakirliğini sorguluyorlar. Hak hukuk aramaya başlıyorlar. Atatürk İlke ve İnkilaplarını, düşüncelerini en üst seviyede tutmaya başıyorlar. Bu gençlerin çoğalması, Birçok insanın menfaatlarına dokunacağı kaçınılmaz. Hatta CHP sinde kalanlar içinde de, Köy Enstitüsüne karşı homurdananlar gün geçtikçe çoğalmaya başladı. . Güçlerinin çok azalmasını, istifaların durdurulması lazımdı. . 

Bir gün, Kepirtepe Köy Enstitüsüne ziyarete giden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bir kız öğrenciye, çantasında neyin olduğunu sorar. Kız çantayı açar, göstererek, “ Bir parça ekmek, bir parça köfte ve birde Dünya Klasiklerinden bir kitap “der. İnönü mutlu olur.
Etrafındakilere dönerek, “ Ne zaman Türkiye’de, erinden generaline, sade vatandaşından Cumhurbaşkanına kadar, herkes, ekmekle kitabı bir araya getirebilirse, gerçek kalkınma başlamıştır demektir “ diyen İnönü, yandaşlarının baskılarına dayanamayarak, Hasan Ali Yücel ve İsmail Tonguc’u görevden alarak, MEB na Reşat Şemsettin Sirer’i getirdi. 

Tonguç, önce Talim Terbiye kuruluna, sonra da bir okula öğretmen olarak atanır. Sirer, 1947 de, “tüm Köy Enstitülerinin kuruluş özelliklerinin ortadan kaldırıldığını, bu okulların sıradan bir köy okulu olduğunu “ söyleyerek, müfredat programını değiştirdiler. Böylece, erimekten korkan İnönü’nün sırtından da yük kalkmış oldu. İşte bu dönem, sağcılara yaranmak, CHP yi toparlamak için okullarda din dersleri ve İmam Hatip Okullarının açılması dönemidir.

1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti, 27 Ocak 1954 de 6234 nolu yasa , ile uygulamaya tamamen son verdi.

Köy Enstitülerinde toplam olarak 17342 öğretmen yetişmiştir. Bunların 1398 i bayan 15943 ü erkektir. Yine bu okullarda 7300 sağlık memuru, 8756 eğitmen yetişmiştir.


BİR YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜ, ORKESTRA ŞEFİ, GÜRER AYKAL
İLK MÜZİK DERSLERİNİ ÇİFTELER KÖY ENSTİTÜSÜ MÜZİK ÖĞRETMENİ OLAN BABASINDAN ALMIŞTIR.
GÜRER AYKAL, ESKİŞEHİR,ÇİFTELER 1942 DOĞUMLUDUR.

Yaşam öyküsü
Eskişehir Mahmudiye’de doğdu. Müziğe babasının verdiği derslerle başlayan sanatçı, 1953 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girmiş, Necdet Remzi Atak’ın öğrencisi olarak keman bölümünü bitirdikten sonra kompozisyon bölümüne geçerek Adnan Saygun’un sınıfından mezun olmuştur.

Eğitim
Şeflik öğrenimini yurtdışında yapan Aykal, 1969’da kompozisyon bölümünü bitirip orkestra yönetim uzmanlığı için devlet bursu ile İngiltere'ye gönderildi. Londra'da Gluldhall Müzik Okulu yüksek yöneticilik sınıfında ve Royal Academy’de; İtalya’da Academia Chiciana ve Roma’daki Santa Cecilia’da çalışmalarını tamamladı. Orkestra şefliği alanında tecrübelerinden yararlandığı isimler arasında George Hurst, Andre Prévin ve Franco Ferrara gibi ünlü şefler vardır.

İngiltere’de Royal Academy’yi bitirdiğinde, bu diplomayı 21 yıl içinde almayı başaran ilk kişiydi[kaynak belirtilmeli]. Türkiye’de yasal olarak atanan ilk orkestra şefi oldu ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şef yardımcılığına atandı. Canta Cecilia Konservatuarı’ndan onur derecesiyle mezun olmuştur.

Kariyer
Sanatçı, 1973 yılında yurda dönmüş, kazandığı başarılarla “Devlet Sanatçısı” unvanıyla onurlandırılmıştır (1981). 1999’da kendi isteğiyle Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndan ayrıldı, bu dönem Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nı kurdu. 2000–2004 yılları arasında Antalya Orkestrası’nı kurup geliştirdi. ABD’de toplam 16 yıl şeflik ve genel müzik direktörlüğü yapan Aykal, 1991–2003 yılları arasında El Paso Teksas Senfoni Orkestrası Daimi Şefliği’ni ve Genel Müzik Direktörlüğü’nü yürüttü ve ayrıca “Profesör Emeritus” unvanı aldı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın daimi şefi Gürer Aykal, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne (MSGSÜ) kadrolu profesör olarak atandı (2006). Aynı zamanda konservatuvarın 'Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Anasanat Dalı Başkanlığı' görevini de üstlenen Gürer Aykal, Borusan İstanbul Filarmoni'nin Daimi Şefliği görevini ve Genel Müzik Direktörlüğünü de yürütüyor.

Aykal’ın eğitimci yönü, yurtiçi ve yurtdışında diğer üniversitelerdeki orkestra şefliği profesörlüğünü de kapsamaktadır. ABD’de Indiana (Bloomington) Üniversitesi, Teksas Tech ve UTEP Üniversiteleri’nde ileri orkestra şefliği dersleri veren Aykal halen Bilkent Üniversitesi’nde bu görevi sürdürmektedir.


VE BU SADECE "TEK BİR ÖRNEK"Tİ...

__



BELGESEL:
KOY ENSTITULERI









FİLM:



"Gökyüzünde parlayan güneş, ne buluttan korkar, ne yağmurdan korkar, agam!" - Nene Melek

"Güneş batar, yerini karanlığa bırakır, unutma!"
"Uykuya itibar edenler , rüyalarını gerçek sanırlar"
İsmail Hakkı Tonguç


"... Bu üniversite ile olmaz. 
Yüksek Köy Enstitüsü ile biz geleceğin üniversitesini hazırlıyoruz. 
21. yüzyılın insanını yetiştireceğiz... 
Türkiye bu üniversite ile yüksek öğrenim sorununu çözemez... 1933'te üniversite reformu yapıldı ama 
üniversite medrese geleneğinden kopamadı. 
Üniversite oturan bir kurumdur, hareketsiz bir kurum. 
Biz bu kurumla 21. yüzyıla hazırlanamayız..." 
 1943




KİTAPLAR:
HASANOĞLAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ




"Fullbright" ile eğitimin köreltilmesi




BENİM MANEVİ MİRASIM BİLİM VE AKILDIR

"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır....

Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada , asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkar etmek olur...

Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar."

Mustafa Kemal ATATÜRK

_________



"PROMETHEUS"'UN IŞIĞI TEKRAR YANACAK












RED DUST - GÜNEY AFRİKA VE EMPERYALİZM






Red Dust (2004)
Director: Tom Hooper
Writers: Troy Kennedy-Martin (screenplay), Gillian Slovo (novel)
Stars: Jamie Bartlett, Hilary Swank, Ian Roberts


The South African lawyer Sarah Barcant travels from New York back to her hometown to represent the member of the Parliament Alex Mpondo in the Truth and Reconciliation Commission since torturer police officer Dirk Hendricks has made an application for amnesty. 

The parents of Steve Sizela request Sarah to represent them also since their son that was arrested with Mpondo but has gone missing. Hendricks uses one break in the trial to threaten Mpondo, promising to destroy his political career telling that he was a traitor. But Mpondo, who is a man traumatized with the torture, anticipates and tells what has happened to Steve Sizela and him in the hands of Hendricks and his superior Piet Müller. 

Will the remains of Steve be found and the truth disclosed?



Dirk Hendricks (Jamie Bartlett), the local policeman, admits Sizela was killed by his boss, Piet Muller (Ian Roberts). Also that much of the torture was carried out at a ranch rather than at the police station – thus confirming Alex’s apparently false memories of a ‘dirt floor’ and a ‘tap in the corridor. 

Visiting the ranch, he puts details together. Dirk admits where he buried Steve Sizela. The bones are found and dug from the ground; Mpondo decides to allow amnesty as the whole truth has been said. Muller, who denied the charges and pleaded not guilty, ironically applies for amnesty himself, infuriating members of the Black South African community.

Parallel with this story is Sarah Barcant’s confrontation with her own past. She was arrested as a teenager for having a black boyfriend, breaking the apartheid laws. She got out after one night, thanks to Ben Hoffman, a white lawyer who has worked all of his life against apartheid and is a strong believer in ‘Truth and Reconciliation’. Sarah Barcant is there because she owes him a debt, and he is now too weak to take the case himself. He sees the outcome as positive.




"Şeytanın gözlerinin içine bakarak afetmek ama unutmamak!"

...


AFRİKA’ NIN PAYLAŞIMI VE ABD İLE AFRİCOM


...


"Namibya’da adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden 117 bin insanı katlettiler. Danimarka, II. Dünya Savaşı’nda kendisine sığınan 250 bin mülteciyi tecrit kamplarında ölüme terk etti. "

 "Ne diyelim: bunca katliamcı kendilerini aklamak adına yanlarına bir başka katliamcı hatta soykırımcı arıyor. Onu da bize layık gördüler. Hepsi bir araya gelmiş, “Türkiye 1915 Olayları’nda suçludur, (sözde) soykırım yapmıştır” demeye getiriyorlar her defasında. 

Demezler mi adama; “siz önce kendi arka bahçenizi temizleyin! Zira Türkler tarihleri boyunca asla soykırım yapmamışlardır. Gerçi, soykırıma uğramışlardır. 
En basit örnek; Balkanlar 300 bin.”

Asil Tunçer yazısı










SARAJEVO - YUGOSLAVYA'NIN PARÇALANIŞI







Saraybosna'ya Hoşgeldiniz "Welcome To Sarajevo"

Savaşa medya ve gazeteci açısından bir bakış. Bosna savaşının başladığı günlerde, yani 1992 lerde kente gelerek çeşitli TV kanalları için çekime başlayan uluslararası muhabirlerin öyküsü anlatılıyor. Ön planda iki deneyimli gazeteci, İngiliz Micheal Handerson ve Amerikalı Flynn var. Gündüzleri Sırp ateşi altındaki kentte en tehlikeli noktalara kadar ulaşarak şiddet görüntülerine aç dünya seyircisine ateş, kan ve ölüm anları saptayan, geceleri ise Holiday Inn'in barında şaşkın gözlerle tanık oldukları faciayı unutmaya çalışan gazeteciler.

Henderson'un insancıllığı, Flynn'ın haber yaratmaya yönelik gözüpekliği, Flynn'ı eleştiren kadın gazeteci Annie'nin medyanın haber anlayışına öfkesi. Bir Amerikan yardım kuruluşunda çalışan Nina'nın bir grup Bosnalı çocuğu kurtarmak için başlattığı tehlikeli girişim. Ve tüm ingiliz soğukkanlılığı içinde. bir toplama kampındaki çocuklar arasında tanıdığı küçük Emira'ya kanı kaynayan ve onu kurtarmak için çılgın bir serüvene atılan Henderson'un çabası.


1997 ABD-İngiltere yapımı
Yönetmen: Michael Winterbottom
Oyuncular: Woody Harrelson , Marisa Tomei , Stephen Dillane , Goran Visnjic , Kerry Fox 




FİLMDEN BİR REPLİK : 
"ONLAR MÜSLÜMAN DEĞİL!"

YANİ MÜSLÜMAN OLSA İDİ, KATLİAMLARINA İZİN Mİ VERECEKTİNİZ?
BURADA BİLE AYRIMCILIK YAPIYORLAR !
SONRA DA KALKMIŞ BİZE IRKÇI DİYORLAR.
"BM" VE "BATI" KENDİSİ AKLAMAYA ÇALIŞMASIN !

BU BİR SOYKIRIMDI!
"BATI" İKİYÜZLÜDÜR,
"BATI" BENCİLDİR,
"BATI" SUÇLUDUR.
HEP OLDUĞU GİBİ....
SB.


....


MAVİ KELEBEĞİN HİKAYESİ

Bosna ve Kosova’daki katliamlarda öldürülen sivillerin gömüldüğü toplu mezarların yeri bilinmiyordu, ki pek çoğunun halen de bilinmiyor. Söylenenlere göre toplu mezarların saklanmasında gösterilen itina pek az şeyde gösterilmiş. Mezarlar hem derin kazılmış hem de üstü kapatıldıktan sonra çevrenin doğal bitki örtüsüne uygun olarak yeşillendirilmiş. Bugüne değin bu işlerle (toplu mezar bulma) ilgilenen insanların kullandıkları yöntemler (uydu resimleri vb) bu yüzden pek işe yaramamış.

Mevcut coğrafyanın belli bazı bölgelerinde kelebek nüfusunda ciddi bazı artışlar gözlemlenmiş.Bu bölgeleri inceleyen uzmanlar bu bölgelerdeki bitki örtüsünde de tuhaf bir zenginleşme keşfetmişler.

Toplu mezarlara gömülen cesetler toprağa karıştıkça toprağın besleyiciliğini artırmışlar (mineral vb yönünden), ve bu da bölgede bulunan misk otu ya da yavşan otu olarak bildiğimiz bitkinin (artemisia vulgaris) coşup fışkırmasına, ve bu da yalnızca bu bitki ile beslenen mavi kelebek nüfusunun artan besin miktarına paralel olarak artmasına sebep olmuş.Bunun nasıl olduğunu anlamak için araştırma yaparlarken bu yerlerin altındaki cesetlere ulaşmışlar, araştırma derinleşmiş, ve toplu mezarlara ulaşmışlar.

Olay basına yansıyınca yerel halk da araştırmaya katılmış ve öncelikli bölgeler belirlenip bu yolla pek çok toplu mezara ulaşılmış.

Kısa bir belgesel:


...

ilgili diğer film:

yazı:



KENDİSİNE "MEDENİYİM" DİYEN "BATI" 
BU YÜZDEN BANA DEMOKRASİ VE 
İNSAN HAKLARINDAN 
BAHSEDEMEZ...!

SB.



Afet bizi Srebrenitsa




//