Translate

turk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
turk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2014 Pazar

TAŞNAK KURŞUNU - THE CUT






Beyaz perdeden sıkılan Taşnak kurşunu

Taşnak Kurşununun beyaz perdeden sıkılanı diyebileceğimiz Kesik ( The Cut ) 5 Aralıkta gösterime girdi. Fatih Akın’ın masum Ermenilerin cani Türklerce kesilmesi tezli filminin zamanlaması üzerine düşünülmelidir. Kesik, Ermeni Diasporasının ve Ermenistan’ın tüm hazırlıklarını yaptığı 2015 kampanyasına bir Türk yönetmence beyaz perdeden verilen 100. Yıl desteği olarak okunmalıdır.
Fatih Akın’ın Kesik’inin yurt içinde Ermeni tezlerinin kabulüne yönelik algı oluşturmaya, yurt dışında ise sinemacılık kariyerinin zirvesine tırmanmaya yönelik bir hesabın ürünü olduğu anlaşılmaktadır. Almanya doğumlu, Germen kültür ikliminin ürünü Akın’ın hedefi sinemanın Orhan Pamuk’u olmaktır. Gece Yarısı Ekspresi’ nin yerlisini çeken Türk yönetmen kimliğinin yabancıların damak zevkine uygun düşeceğini hesaplamıştır.

Göçmen çocuğu Fatih’e 100. Yıl filmi çektiren, Diaspora tribününden ülkesini ve halkını aşağılayan film yapmaya sevk eden etkenler üzerine kuşkusuz ki çok şey söylenebilir. Biz Kesik’in figürasyon kalacağı asıl filmi anlayabilmek için 21. Yüz yılı bırakıp kısa bir an için geçen yüzyılın başına dönelim.

20. yüzyılın başlarındaki Taşnak kurşunlarının hedefi sivil halkla birlikte Osmanlı yöneticileriydi. Taşnaksütyun’ un hedefinde Batı destekli kalkışmayla kazanılacak bağımsızlık vardı. Taşnak için terör siyasi sonuca ulaşmak için tercih edilecek en iyi yöntemdi. Ayrılıkçı Ermeni hareketinin politik örgütü Taşnak Partisi’ nin kanlı terör kampanyalarının Osmanlıya maliyeti çok ağır oldu. I. Dünya Savaşı’ nı fırsat bilen Taşnak kalkışmasında 100 bini aşkın sivil hayatını kaybetti. Aynı terör dalgasında İkisi başbakan olmak üzere ( Talat Paşa – Sait Halim Paşa ) çok sayıda sivil ve asker yönetici katledildi.

Kalkışmanın bastırılması, sevk ve iskan, savaş sonucu Osmanlının tasfiyesi, Cumhuriyet’e geçiş kuşkusuz ki ayrı bir yazının konusudur. Biz yakın tarihte yaşanan ikinci dalgaya gelelim. Geçen yüzyılın son çeyreğinde başlayıp 10 yıl süren ikinci terör dalgasının tetikçileri de aynı gelenekten besleniyorlardı. Asala, Ermeni Soykırımının Adalet Komandoları gibi farklı adlar taşısalar da Taşnak’ın kanlı geçmişinin mirasçılarıydılar. 1974 – 1984 yılları arasında yurt dışında çok sayıda Türk diplomatının katledilmesi ikinci dalganın sonucudur. Ankara Esenboğa, İstanbul Kapalıçarşı baskınları ise Asala’ nın yurt içindeki kanlı eylemlerinden ilk akla gelenlerdir.

Her iki terör dalgasında eli kanlı tetikçilerden yargı önünde hesap sormak yerine Türk halkının toptan mahkumiyetine gidildi. Fatura katledene değil katledilene çıkarıldı. Her katliam sonrası Türklerin soykırımcılığı üzerinden yürütülen kampanyalarla tetikçiler aklanıp kutsandı. Soykırımcı Türklerin öldürülmeyi bin kez hak etmiş barbarlar olduğuna ilişkin 100 yıllık algı bu şekilde oluşturuldu.

Yaşanılan süreç üçüncü dalgadır. Yüzyılın ilk ve son çeyreğindeki kanlı kampanyalar yurt içinde istenilen sonucu vermedi. Aksine Türk halkının milli duyarlılığının yükselmesine, kolektif direncinin artmasına yol açtı. Yeni yüz yılla birlikte düğmesine basılan üçüncü dalganın uygulamalarına baktığımızda Taşnak ve Asala yöntemlerinin terk edildiği görülmektedir. Terörle ulaşılamayan hedefler için farklı bir strateji oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Üçüncü dalgada diplomatik hedeflere yönelik bombalı, kurşunlu saldırıların yerini Türk ulusunun kolektif hafızasını, direnç kararlığını çökertmeye yönelik kampanyalar almıştır. Geçmişten geleceğe sürüp giden tarihsel yolculuğun derin bilinçaltındaki izleri, çekilen acıların, kazanılan zaferlerin ortak bellekteki tortularının silinmesiyle kimliksizleştirilmesi programlanmıştır. Gurur duyulacak geçmişin yerini, utanç mazisinin alması amaçlanmıştır. Bu stratejinin gerçekleştirilmesi için öncelikle Diaspora tezlerinin Türkiye içinden dillendirileceği akademik, entelektüel bir ortamın inşası hedeflenmiştir. 

Ermeni tezlerinin içeriden savunulması, medyadan, sanat dünyasından, akademik kesimden vicdan sahibi (!) Türkiyelilerden oluşturulacak köprübaşları oluşturulmasına öncelik verilmiştir.

2005 yılı 24-25 Eylülünde Bilgi Üniversitesi yerleşkesinde düzenlenen, açılışını Bilgi Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi Rektörlerinin yaptığı “ İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları “ konferansı akademik ayağın miladı olarak anılmalıdır.

Tekelci sermaye, cemaat ve yandaş medya üçlüsünün Diaspora tezlerinin içselleştirilmesine yönelik -halen sürdürülen- yayınları yüksek lisans ve doktora tezleri için ilk başvuru kaynağı olacak zenginliktedir. Entelektüel dünyamızın parlatılan yıldızlarının, edebiyat dünyamızın yükselen değerlerinin halen süren algı operasyonundaki çabaları aynı merkezlerin siparişine uygun ürün verme olarak değerlendirilmelidir.

Üçüncü dalganın şimdilik son ürünü Kesik’in 5 Aralık 2014’ te gösterime girmesinden aylar önce başlatılan övgü kampanyaları kamuoyunun olası tepkilerini asgari düzeyde tutma çabası olarak not edilmelidir. Hamburg’ lu Fatih’ in ödüller almış genç kuşaktan sinema dehası olarak takdimindeki Türk vurgusu post modern Taşnak kurşununa yönelik tepkilerin doğmadan yok edilmesi olarak görülmelidir.

Fatih Akın’ın Kesik’te rol verdiği bazı oyuncuları yakın geçmişte benzer filmlerde oynamış artistlerden seçtiği görülüyor. Diyarbakır doğumlu İngiliz vatandaşı Kevork Malikyan ABD’li yönetmen Alan Parker’in Gece Yarısı Ekspresi’nde Türk Savcıyı oynamış. 71 yaşından sonra -askerlik çağrısına icabet etmemesi nedeniyle- çıkarıldığı Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilen Malikyan, The Cut’ ta Türk cellat rolünü üstlenmiş. Ermeni asıllı Kanadalı yönetmen Atom Egoyan’ın soykırım temalı (2002) “Ararat” filminin oyuncusu Arsin Hancıyan’ı Kesik’te oynatması Fatih Akın’ın tecrübeye verdiği önemi gösteriyor.

Fatih Akın, batının kültürel damak zevkini, ortalama algısını iyi biliyor. Kesik’in uluslararası serbest dolaşımının, sinemasal vize muafiyetinin Türk imajına vereceği tahribatla doğru orantılı olacağının bilincinde. Filmin senaryosundan kurgusuna, görselliğinden batının damak zevkine uygun hazırlandığı dikkatlerden kaçmıyor.

İlk kuşaktan gurbetçiler Alman sanayisinin kol gücüne, sıradan emeğe duyduğu ihtiyacı karşılıyordu. Almanya’nın, rüyalarını Türkçe gören, acı vatandan ana vatana dönüş özlemiyle ömür tüketen İlk kuşağın çocuklarından daha farklı isteklerinin olduğu anlaşılıyor. Rüyalarını Almanca görmeye başlayan yitik kuşaktan, babalarının ülkesine Diaspora mevzisinden yaylım ateşi açmaları isteniyor.
Kesik, Taşnak şehitlerini, Asala kurbanlarını mezarlarında kahırlarından bir kez daha öldürecek kurşun olarak Türk halkının temaşasına sunuluyor!


Av. Hüseyin Özbek
İLK KURŞUN







11 Aralık 2014 
1.Kısım

2.Kısım





















THE FACTS...MALTA TRİBUNAL















12 Temmuz 2014 Cumartesi

Saraybosna'ya Hoşgeldiniz "Welcome To Sarajevo"





Savaşa medya ve gazeteci açısından bir bakış. 

Bosna savaşının başladığı günlerde, yani 1992 lerde kente gelerek çeşitli TV kanalları için çekime başlayan uluslararası muhabirlerin öyküsü anlatılıyor. Ön planda iki deneyimli gazeteci, İngiliz Micheal Handerson ve Amerikalı Flynn var. Gündüzleri Sırp ateşi altındaki kentte en tehlikeli noktalara kadar ulaşarak şiddet görüntülerine aç dünya seyircisine ateş, kan ve ölüm anları saptayan, geceleri ise Holiday Inn'in barında şaşkın gözlerle tanık oldukları faciayı unutmaya çalışan gazeteciler. 

Henderson'un insancıllığı, Flynn'ın haber yaratmaya yönelik gözüpekliği, Flynn'ı eleştiren kadın gazeteci Annie'nin medyanın haber anlayışına öfkesi. Bir Amerikan yardım kuruluşunda çalışan Nina'nın bir grup Bosnalı çocuğu kurtarmak için başlattığı tehlikeli girişim. Ve tüm ingiliz soğukkanlılığı içinde. bir toplama kampındaki çocuklar arasında tanıdığı küçük Emira'ya kanı kaynayan ve onu kurtarmak için çılgın bir serüvene atılan Henderson'un çabası.


1997 ABD-İngiltere yapımı
Yönetmen: Michael Winterbottom
Oyuncular: Woody Harrelson , Marisa Tomei , Stephen Dillane , Goran Visnjic , Kerry Fox

Fragman:


FİLMDEN BİR REPLİK : 
"ONLAR MÜSLÜMAN DEĞİL!"


YANİ MÜSLÜMAN OLSA İDİ, 
KATLİAMLARINA İZİN Mİ VERECEKTİNİZ?

SONRA DA KALKMIŞ BİZE IRKÇI DİYORLAR.
"BM" VE "BATI" KENDİSİ AKLAMAYA ÇALIŞMASIN !
BU BİR SOYKIRIMDI!
"BATI" İKİYÜZLÜDÜR,
"BATI" BENCİLDİR,
"BATI" SUÇLUDUR.
  HEP OLDUĞU GİBİ....



....


MAVİ KELEBEK

Bosna ve Kosova’daki katliamlarda öldürülen sivillerin gömüldüğü toplu mezarların yeri bilinmiyordu, ki pek çoğunun halen de bilinmiyor. Söylenenlere göre toplu mezarların saklanmasında gösterilen itina pek az şeyde gösterilmiş. Mezarlar hem derin kazılmış hem de üstü kapatıldıktan sonra çevrenin doğal bitki örtüsüne uygun olarak yeşillendirilmiş. Bugüne değin bu işlerle (toplu mezar bulma) ilgilenen insanların kullandıkları yöntemler (uydu resimleri vb) bu yüzden pek işe yaramamış. 

Mevcut coğrafyanın belli bazı bölgelerinde kelebek nüfusunda ciddi bazı artışlar gözlemlenmiş.Bu bölgeleri inceleyen uzmanlar bu bölgelerdeki bitki örtüsünde de tuhaf bir zenginleşme keşfetmişler. 

Toplu mezarlara gömülen cesetler toprağa karıştıkça toprağın besleyiciliğini artırmışlar (mineral vb yönünden), ve bu da bölgede bulunan misk otu ya da yavşan otu olarak bildiğimiz bitkinin (artemisia vulgaris) coşup fışkırmasına, ve bu da yalnızca bu bitki ile beslenen mavi kelebek nüfusunun artan besin miktarına paralel olarak artmasına sebep olmuş.Bunun nasıl olduğunu anlamak için araştırma yaparlarken bu yerlerin altındaki cesetlere ulaşmışlar, araştırma derinleşmiş, ve toplu mezarlara ulaşmışlar. 

Olay basına yansıyınca yerel halk da araştırmaya katılmış ve öncelikli bölgeler belirlenip bu yolla pek çok toplu mezara ulaşılmış.



İstatistiklere göre:
Avrupa’nın göbeğinde 312 bin kişi öldü…
35 bini çocuktu…
50 bin kadına tecavüz edildi…
2 milyon kişi evini terk etti…
18 bin kişi hala kayıp…






Gözde Kılıç Yaşın





“After the war, mass graves were searched but their places could not be found. Flowers, which had not been seen before, started to blossom in the district after the massacre. Butterflies started to settle on those flowers.

When the places, on which blue butterflies settled, were dug, the mass graves came out. Whereever the butterflies settled, dead bodies came out under the ground. So, some of the mass graves were found. According to the beliefs in Srebrenica, blue butterfly shows the places of graves.”

Vecdi Altay


Belgesel:



Belgesel/Film:



Kitap:
Leyla-Alexander Cavellus
Bosnalı Leyla büyük bir kâbusu atlatmıştı: Bosnadaki toplama kampında geçirdiği iki yılı. Binlerce kadının travma geçirmesine neden olan savaşın karanlık ve baskıcı yüzünü anlatan bir kadın... Onun isyankâr öyküsü ve acıyla dolu dokunaklı kaderi... 






...


ilgili diğer film:





KENDİSİNE "MEDENİYİM" DİYEN "BATI" 
BU YÜZDEN BANA 
DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARINDAN 
BAHSEDEMEZ...!







____ Srebrenica'yı Hatırlıyoruz - 11 Temmuz 2014____







26 Haziran 2014 Perşembe

Der Medicus / The Physician / İbni Sina






MEDİCUS FİLMİNDE Ki ÇARPIK ANATOMİ;
BAŞ İLE AYAĞIN YER DEĞİŞTİRMESİ

Medicus Filmine Almanya da ilk gösterime girdiği gün gittik arkadaşla ..hep şunu söylüyordum arkadaşa filme girmeden önce "bak İbni Sinayı kesin Pers olarak gösterecekler ama meraak ettiğim Selçuklu'yu nereye koyacaklar?" Filme girdik anlatılacak o kadar saçmalık tarihi gerçegi ters yüz etme var ki..)bir kaçını sıralayabilirim...

1. Ortaçağın Kilise yobazlığıyla inleyen İngiltereden rob adında bir genç Ustasının gözlerini ameliyat eden yahudilerden bu işin esas ustasının Doğu da İbni Sina adında Dünyanın en iyi Hekimi olduğunu öğreniyor, bu da İbni Sinanın talebesi olmak için yollara düşüyor..

Haritada Persien yazmışlar  - Halbuki o devirde bırakın Persien ismini Pers Devletini Pers ismi bile yok...

2. Selçuklular ile İlk karşılaşma ;kervandan arta kalanlar bir kale içinde ki Kentin atlılarca kadın çocuk demeden katledilişini izler ve o katiller sürüsü orayı atlarıyla terkederken İngiliz yanında ki zenci arap deveciye soruyor bunlar kim diye ?

Zenci arap devecinin cevabı cok enteresan "Selçuklular;bunlar kuzeyli göçebeler"

Filimde bile olsa Kitabın yahudi yazarı bir zenci arap deveciyi bile sözkonusu Türkler olduğunda yerleşik bir medeniyet sahibi gibi göstertebiliyor demek ki...

3. İngiliz Talebe İsfahana geliyor ama ne büyük bir Alimin önergesi nede parası olmadığı için Medreseye alınmıyor birde dayak yiyip bayıltılıyor ama nasıl oluyorsa gözlerini açtığında bir anda kendini İbni Sina'nın yanında buluyor ve o günden itibaren bu Ortaçağ İngilizi Devrin en büyük Bilim Adamı , Doktoru İbni Sina'nın en iyi Talebesi oluveriyor :) birde üstüne üstlük bu İngilizin ,İbni Sinanı'nın hiç bir talebesinde ve hatta kendisinde bile olmayan Tanrı vergisi büyük bir yeteneği var ;Adam ölümü ve kimin öleceğini elini tuttuğunda net görebiliyor :)))

4. İbni Sina'yı muhteşem çıkışlarıyla Ortaçağ İngizasyon bilimsel altyapısıyla derste ve teneffüste etkileyen bizim İngiliz ,Büyük Alimin gözüne giriyor ve Büyük Alim onu Şahın huzuruna çıkarken bile yanında götürüyor...

Filimin en ilginç sahnelerinden birisi burda yaşanıyor ve Şah bu ilk gördüğü İngilize diyor ki "biraz daha erken gelseydin bir Selçuklunun gövdesinin pis başindan ayrılışına tanıklık etmiş olacaktın!" Tam bu sırada İbni Sina diyor ki "şah hazretleri bu iyi olmadı zira Selçukluların Atının eğerinden başka kaybedecekleri hiçbir şeyleri yok,oysa sizin bir medeniyetiniz var!!!"

5. Fakat o da ne Şah Hazretleri de aynen bu İngilizden İbn i Sina kadar etkileniyor...hatta ondanda fazla..İngilizi Av partilerine davet edip kendi has cariyelerini buna teklif ediyor . 

6. ee İngiliz erkeği olurda ona aşık olan kadın olmaz mı (Avrupa ve Amerikan filimlerinde sık görüldüğü gibi bu erkeğin cazibesine en güzel kadınlar dayanamıyor ve kocasını boynuzluyor.. ama bu tabiki kadının kadınlığını kocasında yaşayamama ve kocanın tam bir öküz gibi gösterilmesi ve Avrupalı erkeğin taa o zaman kadının tüm haklarını ve arzularını hissetmesi işleniyor biliçaltına seyircinin.

Oysa Kadınları Ortaçağ Avrupasında Cadı diye diri diri yakanlar kimlerdi? Selçuklular mı? ...

7. Bu ingiliz bir yandan aşk meşk işleriyle uğraşırken elbette İnsanlık adına Bilimsel araştırmalarıda ihmal etmiyordu ve Medresenin mahzeninde Ölüleri kesip iç organlarını inceliyor ve resimlerini çiziyor..ve günün birinde bunu bir yobaz yakalıyor ve seriat mahkemesine çıkarıyorlar.

Filimde İslamı savunanlar bir Barbar kana susamış bir yaratık sürüsü gibi gösteriliyor

8. Yakalanan ingiliz İbn i Sina ile beraber Ölüme mahkum ediliyor ve idam edilmek üzere zindana atılıyorlar ve zindanda İngiliz talebe Hocası İbni Sinaya Anatomi ,Fizyoloji ve Pathaloji biliminde dersler veriyor ;Hocasını talebe olarak eğitiyor... 

ve Koca İbn i Sina buna diyor ki "demek ki derste anlattığım Her Şey Yanlışmış!!!"

9. Şah bunları zindandan kurtarıyor ve bunu hazmedemeyen yobazlar uleması Selçuklularla anlaşıyor ve Kaleyi içten fethetme teklifinde bulunuyorlar...Şahın ölümcül hastalığına çarede dermanda bu İngizasyon bilimli İngiliz oluyor ve Şahı Ameliyat ediyorlar ameliyatı gerçekleştiren İngilize asistanlığı Devrin ve tüm zamanların en iyi Doktoru denilen İbn i Sina yapıyor  :))))

10. Selçuklular yobazların yardımıyla İsfahanı ele geçiriyor Ameliyatdan sağ cıkan Şah Savaş alanında tüm askerlerinin öldüğü bir yerde Atının üstünde bir Mihenk anıtı gibi ölen tek kişi olarak tarihe geçiyor İbni Sina kendini zehirliyor ve Kahraman İngiliz Rob Kalenin ardından tüm Beni İsrail Oğullarını Bir Musa Peygamber gibi kurtarıyor ....



Bu filimde ve Romanda resmen Tarihe yalan söyletmeye kalkmışlar..resmen Bir Gövde de başlar ile ayakları yer değiştirtmişler Başı Ayak diye gösterip gerçek Ayağı ise Baş diye pazarlamışlar tabii yerseniz...yememek içinse 
Tarihinizi iyi öğrenmeniz ve bilmeniz şart...




Hakikatlar ise ;

1. O devirde Pers diye bir şey yoktur
2. İbni Sina Türktür (İbni farsca oğlu demektir Sinanoğlu'dur manası ve Sin Sine Sina Sena Sinan Sinem Senem Zena Asena isimlerinde olduğu gibi bu bir öz be öz türkçe isimdir)

3.İbn i Sina hiç bir dönem bir Fars şahına hizmet etmemiştir hayatı hep Türk Devletlerine hizmetle geçmiştir yalnız bir kere bir Arap beyliğinde bir Arap Şeyhinin özel Doktoru olmustur ve sonra orada zindana atılmıştır ama İbn i Sina(Sinanoğlu) zindandan kaçmayı başarmıştır...

4. İbn i Sina öteden beri Türk diyarı olan BUHARA Doğumludur ,mezarı İranın Hamadan şehrindedir ve bugün bie Hamadanlılar hala Türktür,Babası Mevlanayla aynı memleketten Belh'ten dir...

5. Barbar ve "Atının eğerlerinden başka kaybedecekleri hiçbirşey olmayan bir zavallı göçebe diye gösterilen Selçuklular ise Dünyanın en gelişmiş İmp.luklarından birini kuran ve bugünkü Avrupa'daki bir sürü zavallı insanların bile gelip iş bulduğu çalışıp karnına doyurabildikleri Hazar İmparatorluğunun devamıdır...

Büyük Selçuklu İmp.luğunun temelini atan Selçuk bey filimde itiraf edildiği gibi Kuzey den gelmiştir..(Kuzey neresidir peki? Hazarlardır) ve Hazar İmp.luğunda bir üst yöneticidir Selçuk bey ve bir anlaşmazlık sonucu kardeşleri ve bir büyük boy ile güneye İran coğrafyasına göçüp Büyük Selçuklu İmp.luğunu kurmuşlardır.

6.  Selçuklu zamanı muhteşem el sanatları resimleri...minyatürleri çini sanatını ... Hangi göçebe bir Halk bunu yapabilir..? 
Göçebe olan Millet sadece karnını doyurmak ve başka milletlere yem olmamak için hayatta kalma mücadelesi verir

7. Selçuklulara barbar kültürsüz göçebe yapıştırması yapan İngilizler o dönem Kadınlarını Cadı diye ve en ufak bir yeniliği şeytanla ortak iş diye İngizasyon mahkemelerinde yargılayıp diri diri yakıyorlardı...bunların yaptığı tam halk deyimiyle "yavuz hırsız ev sahibini bastırır"mantığı...köklerinin derin olmadığını ve tarihlerinin karanlık olduklarını bildiklerinden aşağılık kompleksleriyle kıvranıp sömürüden elde ettikleri parayla uyduruk romanlar yazıp büyük bütçeli filimler çekip İNSANLIK TARİHİNİN GÖVDESİNDE BAŞLA AYAĞIN YERİNİ DEĞİŞTİRMEKTİR...


TCan/Almanya


....


Der Medicus / The Physician (Hekim) 
(Güya) İbni Sina'yı (*) anlatan bir film.

Film 1.000 yıl öncesinin İngilteresinde başlıyor. Bir İngiliz genci annesinin ölümüne engel olamadığı için zamanın en ünlü doktoru olarak adını duyduğu İbni Sinayı bulup öğrencisi olmak için, İngiltereden, (bugün İran'da kalan) İsfahan'a gitmek üzere yola çıkıyor.

Filmde geçen bazı olaylar ve çarpıtmalar:
- Selçukluları kırk haramiler gibi, haydut çetesi, yol kesen, katil sürüsü, sürekli kötülük saçan ve kara kuru, tipleri bozuk adamlar olarak gösteriyor.

- Bu İngiliz, güya İbni Sinadan birşeyler öğrenecek, ama O daha kabiliyetli çıkıp bir ameliyat bile yapıyor ve ameliyatta koca İbni Sina, bu İngiliz p.çine asistanlık yapıyor. Evet aynen öyle...

- Filmde İbni Sinanın öğrencisi olmak için yahudi veya müslüman olmak gerektiği belirtildiğinden, hrıstiyanlığını gizleyip, kendisini yahudi gibi gösteriyor. Kuvvetli bir yahudi ve hrıstiyan propagandası var.

- Yahudilerin bir kadına zinadan dolayı recm cezası vermeleri olayı var. (Bu recm cezası, yahudi inanışında olup, islamiyette yoktur.) Filmdeki ender doğru bilgilerden biriydi herhalde...


- Filmi izleyecekseniz; 

- Selçukluların adı anılarak, derinden verilen Türk düşmanlığı mesajlarını ve

- "İbni Sinaya bile bazı şeyleri, biz hrıstiyan İngilizler öğrettik kardeşim" mesajlarını görmenizde fayda var...

...

(*) Batılılar İbni Sinayı Avicenna olarak tanır. Tarih boyunca bir Türk kenti olan Buharada doğmuş, bir Türk bilim adamıdır.

Hekim olarak bilinmesine rağmen, Matematikten felsefeye, Uzaybilimden, mantığa kadar bir çok çalışması vardır.)

Mesela şu canlandırmalara bakın.





F.Akkuş / Türkiye


....







İBNİ SİNA’NIN (AVICENNA) 
TÜRK VE DÜNYA EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ
Prof. Dr. Yahya AKYÜZ


Büyük Türk filozofu, ahlâkçısı ve hekimi İbni Sina (980-1037) gerek Türk gerek dünya düşünce, tıp ve eğitim tarihinde çok önemli bir yer tutar. Fakat o Türkiye’de pek az tanındığı gibi, eğitim görüşleri üzerinde ise hiç durulmamaktadır. örneğin, iki ciltlik Pedagoji Tarihi adlı kitabında H. Fikret Kanad ona hiç yer vermez... Oysa onun, tıp alanında olduğu kadar eğitime ilişkin bazı görüşleriyle de Batıyı etkilediği ve asırlar sonra “yeni eğitim” akımını başlatan ve geliştiren eğitimcilere ilham verdiği düşünülebilir.

Bu görüş ilk kez tarafımızdan ve bu yazımızda bir varsayım olarak ileri sürülmektedir ve geçerliliği gerek bu yazımızda, gerek daha sonraki çalışmalarımızda araştırılacaktır. Fakat şu soruyu şimdiden ortaya atmamız da çok anlam taşımaktadır: îbni Sina, ölümünden yüz yıl geçince Avrupa’da eserlerinin Latince çevirileri ile tanınmakta ve üniversitelerde okunmaktadır. Bu 500 yıl kadar sürecektir. 

J.J. Rousseau başta olmak üzere “yeni eğitim” çilerin onu okudukları, ondan yararlandıkları düşünülemez mi? Üstelik Rousseau, Orta Çağda Müslümanların eski Yunan bilimini o zaman “karanlıklar içindeki” Avrupa’ya aktarma gibi bir rol oynadıklarını söyler (İlimler ve Sanatlar Hakkmda Nutuk). Bu da onun Orta Çağdaki Müslüman bilim adamlarını ve onlardan biri olan Ibni Sina’yı okumuş, incelemiş olabileceğini akla getiriyor.

Îbni Sina çocukken oyunu çok severmiş. Birgün yine oynarken bir ihtiyar, “— Sen çok akıllısın, ileride bir âlim olacaksın, sana oyun yaraşır mı? Derslerine çalış.” der. Küçük îbni Sina şu cevabı verir: “— Her yaşın belli bir.hali vardır. Çocukluğun yakışığı da oyundur. Her yaşın hakkı verilmelidir.”

Küçük İbni Sina'nın bu cevabı, bugün pedagoji ve psikolojinin ulaştığı gerçeklerden birinin ifadesidir.

İbni Sina daha gençlik yıllarında döneminin felsefe, tıp tabiiyat, teoloji, matematik, v.s. alanındaki tüm bilgilerini öğrenmiş ve kendisine Aristo ve Farabi’den sonra gelen üçüncü öğretmen, Üstad anlamında muallim-i salis denmiştir.

İbni Sina’nın Türk ve dünya eğitim tarihinde önemli, bir yer tutması başlıca şu nedenlerden ileri gelmektedir:

1. Tıp bilimine katkıları ve tıp öğretiminin konularını tespit etmesi nedeniyle,
2. Ahlâk ve fazilet eğitimine ilişkin görüşleri nedeniyle, 
3. Hükümdarın siyasal eğitimine ilişkin görüşleri nedeniyle,
4. Bilime verdiği büyük önem nedeniyle, 
5. Beden eğitimi konusundaki görüşleri nedeniyle, 
6. Çocuğun bakımı, sağlığı, eğitim ve öğretimi ile ilgili görüşleri nedeniyle.

Tamamı pdf: 



***



İbn Sina'nın Mineroloji /Kimya Çalışmaları

Erken tarihlerden itibaren varlık problemi içinde doğanın oluşumu, varlığın öğeleri, maddenin ne olduğu ve canlı ve cansız maddenin ne yönlerden farklı oluğu gibi konular felsefenin ve bilimin konusu olarak ele alınmıştır.

Nitekim meşhur filozof-bilim adamı Aristo yazdığı bazı eserlerde bu konular üzerinde durmuştur. Onun Meteorologica adlı eserinde, Mineroloji adlı bir eser kaleme alarak doğadaki oluşum ve minerallerin kökenini açıklayacağını kaydettiği iddia edilmiş ve buna bağlı olarak da Mineroloji adlı İbn Sina'nın kaleme aldığı eserin Aristo'ya ait olması gerektiği iddia edilmiştir. Ancak, makalede verilecek ayrıntılı bilgiden de anlaşılacağı gibi, bu kitap İbn Sina'ya aittir. Bunun en açık delili İbn Sina'nın Şifa adlı eserinin bir kısmının bu konuya ayrıldığı ve verilen açıklamaların Mineroloji'dekilere benzerlik gösterdiğidir.


1. Meteorlar ve yeryüzü şekillerinin oluşumu
2. Minerallerin meydana gelişi

İbn Sina bu açıklamalarında özellikle, elementlerin kendine ait özellikleri olduğu ve onların bazıları kullanılanılarak diğerlerinin elde edilemeyeceğidir (transformasyon teorisi).


Mineroloji: link

Kimya: link


Ay'da İbn-i Sina (Persmişşşş!)


El-Kanun fi't-Tıb (Canon of Medicine ) 


İngilizce fragman:The Physician 


DER MEDICUS Kritik inkl. Filmszene Trailer Deutsch







İBNİ SİNA TÜRKTÜR
Meteorologica adlı kitap İbn Sina'ya aittir

TÜRKLER BARBAR DEĞİLDİR
SELÇUKLU BİR İMPARATORLUKTU
BATI, KÖTÜLEME ve SAHİPLENME
HUYUNDAN VAZGEÇMELİ !



İBNİ SİNA - DUŞANBE / TACİKİSTAN